26 Mayıs 2014 Pazartesi

Hannibal 2x12 Bölüm İncelemesi

Vakti zamanında yazdığım Hannibal 2x12 bölüm incelemesidir. Hannibal dediği ne ola ki diyorsan yavaşça sekmeyi kapa çocuğum. Ayrıca bölümü yazarkenki katkılarından dolayı Soner'e (@snrars17) teşekkürü bir borç bilirim. Çok ciddi oldu lan. Neyse,  vira bismillah!


Bu bölümde Will'in en doğru yemi seçtiğini görür gibiyiz. Domuzlar için özel bir spesiyal. Hannibal Lecter. Kimin kimlerin sofrasına konuk olacağı hiç belli olmuyor. Will'in bıçakla Hannibal'ın boynuna bir gülen surat çizdikten sonra kanında adeta yıkanırken geçen bölümde bahsettiği yoğun hazzı yüzünden seçebiliyoruz. Her şey olup biterken Hannibal'ın dudaklarındaki tebessümün sebebi bu savaşın galibi olarak kendisini görmesi midir acaba? Will onu bu şekilde öldürmek istemiyordu çünkü. İpler Hannibal'ın elinde değildi belki ama başkasında da değildi.

Hannibal/Will karşılaşmalarının birinde daha önce kendi çatışmalarını, daha sonra da Mason Verger'ı masaya yatırdıklarını görüyoruz, farazi olarak tabii. Şimdilik farazi. Hannibal Mason'ın kendisi veya bir başkası tarafından öldürülmesini can-ı gönülden istediğini açıkça belirtiyor. Buna sebepse Mason'ın kabalığını gösteriyor. Kabalık yapmanın Hannibal'ın birini öldürmesi için yeterli bir neden olduğunu söylüyor. Öldürmek sanki onu kabalıktan arındırıyormuş hissi vermiş Will'e. Will Mason'ı Hannibal'ın önüne yem olarak atmayı düşünüyor ve Jack'ten emrivaki yaparak onay alıyor. Jack'in "O elalemi biçerken kaba değildi yani?" tadındaki monoloğunun iç seslerimizi yansıttığını düşünüyorum. Ama şöyle bir bakarsak Hannibal ince ruhlu bir adam, bunu resimlerinde ve kurbanlarına yaptıklarında görebiliyoruz. Bu sebeple rahatsız oluyor sanırım. Aslında tüm bu "kaba" olayı da bir kılıf olabilir. Bu oyunun Tanrısı Hannibalken bir başka büyük oyuna girmek istedi. Bu büyük bir çocuk kadar afacan, pervasız ve başıboş. Hannibal'ın lütfen çocukları pistten alalım durumuna girmesi çok da mantıksız değil gibi. Ceza yöntemi de israfa mahal vermiyor tabii..

Yine bir Verger'ı Dr. Lecter'ın ofisini arşınlarken görüyoruz. Vergerların uslanmak nedir bilmez afacan çocuğu bu sefer Hannibal'ın çizimlerini değerlendirmeye alıyor.  Olanca kibiriyle tabii ki. Bir yandan da Margot'a kendisini tahtından etmek için yardım etmesine içerlediğini tehditkar bir biçimde yansıtmaktan da geri kalmıyor. O sevimli suratına rağmen tehlikeli olduğunu hatırlatmak istedi zağar. Oyunu ben de oynayabilirim mesajı veriyor Hannibal'a. Oyunun renginin değiştiğini anlayan Dr. Lecter bisturisini manşetinin içine yerleştirerek kendince önlemini alıyor tabii. Will ile bu seans öncesi 'Ölmek istemiyorsan ondan daha hızlı olmalısın' tadındaki konuşmadan etkilendi mi dersiniz, tehdite karşı tedbirliydi mi dersiniz size kalmış.

Ayrıca tuhaf bir ayrıntı olarak yaz kampındaki çocuklarla olan yakınlığından edindiği tecrübelere bakarak Mason Verger'ın bir çay kaşığı duygusal zekaya sahip olduğunu da söyleyebiliriz. Ayrıca bu kadar inanmayan biri olarak Tanrı'yla ilgili bu kadar teoriye, çıkarıma sahip olması Hannibal'ı daha da garip yapıyor sanki.

Geçen bölümde yer yer kırmızı başlıklı abimiz Mason'ın geçen bölümün sonunda Cankız Margot'a neler yaptığı bu bölümde gözler önüne serildi. Bebeği imha etmekle kalmayıp, bir daha hamile kalmaması için elinden geleni ardına komayan abi Verger bir de hafızalara kazınma amaçlı damgalamaktan da geri kalmamış kızcağızı. Margot çökmüş bir halde Will ve Jack ile konuşuyor. Will güçlü olmasını ve abisine rağmen hayatta kalmasını öğütlüyor. Tek kullanımlık sarı bez gibi kullanılıp atılmasına rağmen hala öğüt verebiliyor olmasıyla şahsına bir kere daha hayran bırakmıştır-en azından beni-

Bu bölümde Jack Crawford'un nasıl Davranış Bilimleri bölümünün başkanı olabildiğine şaşırdım doğrusu. Çevresini iki boyutlu algılayan bebekler kadar yüzeysel düşündüğünü düşünüyorum. Anlamsızca kendi görüşlerinin doğruluğunda boğulduğunu eklememe de izin verin. Aynaya çevirip arkasına geçip "Sen Jack Crawford'sun aptallık etme!" diyesim gelmiyor değil. Will Jack'e Hannibal'ın profil populasyonu konusunda sıkıntı çekmediğini söylediğinde 'Kanıt yoksa ben daha da burada duramam gayrı' tadında söylenen Jack'e biri 5 mg sakinleştirici versin lütfen, daha fazla dinlemek istemiyorum.

Gelelim işin en civcivli kısmına. The Queen is back! Bedelia De Maurier ihtişamını geçmişte bırakmış, tüm ürkekliğiyle karşımıza çıkıyor. Bir şeyleri eksik anlatmak da yalan söylemek midir bilemem ama dokunulmazlığını bu şekilde aldığı kesin. Hannibal ile bağı olup da illegal yollara pati atmayan yok gerçi, normal. Bedelia Hannibal teşvik etmektense ikna etme yöntemini kullanıyor, kendi fikrimizmiş gibi onun dediklerini benimseyince onun olaydaki parmak izi tamamen kaybolmuş oluyor tadında bir cümleye çıkan açıklamalarıyla akılları karıştırdı. Daha da enteresanı 'ilginç zevkleri yüzünden' yakalanacak diyip yine kayıplara karıştı.

Will ve Hannibal ikilisi şarapla açıksözlülüklerini pekiştirip arada yine Abigail'i anmadan geçemiyorlar. Her şey bitse, sonsuza kadar dostluk yemini bile etseler mazi kalbimde yara diyerek Abigail konusunda Will Hannibal'ı hiç affetmeyecek bence.

Will bu arada Hannibal'ı insanlara bişey yaptırıp sonra o yaptıkları şeye sırdaş olup onları kendine bağlamakla itham ediyor ve Abigail'e de bunu yapıp yapmadığını merak ediyor. Gerisi çorap söküğü gibi geliyor tabii. Will sahip olduğu her şeyin elinden Hannibal Lecter tarafından alındığından yakınırken arkada İbrahim Tatlıses'ten 'Tek Tek' adlı parça çalacak sandım bir an. Will'in tüm dünyası haline gelmek istiyordur belki Hannibal. Ona has bir oyuncak, ne cici.

Yine ve yine Hannibal'ın sofrasına konuk oluyor gözlerimiz, bedenen de Jack tabii. Bu sefer Ukrayna yemeğiyle karşılıyor konuğunu. Sunumdan 10 puan alarak günü kapatan Dr. Lecter misafiriyle bu sunum üzerine felsefe yapmadan da geçemiyor tabi. İkili ölçülü bakışlarla birbirini tartarken çift taraflı çıkarımlara belki de tehditlere şahit oluyoruz. Ustaca olmayan bir dönüşle konuyu muhteşem üçlüye getiren Jack'in kibirden nefes alamadığını görüyoruz. Bu kadar kendine güvenmenin aptallık olduğunu biri Jack'e söylesin lütfen.

Mason Verger Will'i arabasıyla evinden alırken Will'in üstünün aranması tedbir mi yoksa koca bir 'güvenmiyorum' mesajı mı bilemiyorum. Nereye götürüldüğünü bilemiyorken sonraları aydınlanıyoruz. Verger'ın adamları Hannibal'ın ofisine daldığında 'nasıl kurtulacak'lar kafamda dönerken 'zeki olduğum kadar pratiğimdir' de diyerek hayran olunası bir savunmayla kendini koruyan Hannibal iki adet şok tabancası darbesiyle nakavt oluyor. Nakavt olmadan önce adamın atardamarına sapladığı bisturi çekilince oluşan sahne kimimiz için katlanılmaz olsa da kimimiz için 'diziye renk geldi' olarak algılanmış olabilir.

Hannibal'ı ikinci kez 'resmen' asılı görüyoruz. Adam uyanır uyanmaz yanındaki adamın profilini çıkarmaya başlıyor, ölürken bile insan sarraflığından vazgeçmeyip insanları kışkırtıyor.

Hannibal Mason'un domuzlarına yem edilmek üzere asılı iken Will'i karşısında görünce gerçek bir düş kırıklığına uğruyor. Düş kırıklığı gerçek olduğunu belirtmemekte geç kalmıyor ama. Mason, Will'e Hannibal'ın boğazını kesmesini söyleyince Will söylenenin aksine Hannibal'ı özgür kılmayı tercih ediyor ki bu da Hannibal'ın bu şekilde değil de Will'in kendi elleri ile ölmesi gerektiği düşüncesini uyandırıyor bizlerde. Daha sonrasında çıkan kargaşadan nasibini iyi çocuğumuz Will de alırken bir sıkım canı olduğunu fark etmemek elde değil.

Will kimin mama olduğunu öğrendikten sonra eve geldiğinde karşılaştığı manzara tek kelimeyle eşsiz. Hannibal'ın verdiği ilaçlar Mason'u "Kafam 1 milyon" moduna soktuğundan yakışıklı çocuğumuzun yüzünü kesip etini köpeklere verdiğini görüyor. Bu sefer Hannibal 'köpeği yakalayıp susturmuş' ve son darbeyi Will'den beklerken Will kimimizin ondan beklemediği şekilde bunu zekice savuşturuyor. "O senin hastan, doktor"

Hannibal'ın Mason Verger'ı öldürmeyip zararsız hale getirdiğini görüyoruz. Öldürse Margot mirastan zırnık alamayacaktı, öldürmeyerek hem Vergerların her şeyini Margot'a bıraktı hem de onu Mason'dan korumuş oldu. Akıllı insan gibisi yok azizim. Hatta ve hatta Mason'ın Jack'le yaptığı konuşmadan ne denli manipüle edildiğini de görmüş olduk, sağlık olsun efem.

Sonrasındaysa dananın kuyruğu kopuyor. İki dost artık Jack'in gözlerindeki perdenin kalkmasına karar verirken önümüzdeki bölümün bizlere pek de sürpriz olmayacağını görüyoruz.
Eline sağlık diyenlere afiyet olsun demekle birlikte buraya kadar sabredip okuyanlara da ayrıca teşekkür ediyorum. Esen kalın.

E.M.Hopewell

8 Şubat 2014 Cumartesi

Odunlar da sever.

03.23


Yağmurlu bir geceden merhaba. Yoksa sabah mı demeliyim?


Bugün aşk üzerine yazasım var. Benim kadar "odun" bir insan ne kadar yazabilir, aslen bu denli sulu göz olmam beni ne denli yaş odun yapmış ona falan da bakacağız. Beynim izin verirse.


Yağmur da iki romantik yağsa pek yardımı olacaktı ama baya felaket şeklinde. Neyse berekettir bereket. Gerçi ben yağmur altında yürümeyi romantik bulanlardan değilim. Şemsiyeyi tuttun tamam kafan ıslanmadı, paçaların rezil ama. Hele bir de yanından imansızca -umarsızca değil dikkatinizi sündürürüm- bir otomobil geçip pantolonunuzun üzerinde fal bakılacak kadar çamurlu izler bıraktıysa.. Yağmur evde yaşanır. Yok hacı ıslak ıslak daha bir aşık oluyoruz biz diyen varsa ben vestiyer görevi görür montlarını alırım doyasıya ıslanıp zatürreye merhaba desin çocuklar.


Aşka inanmazdım eskiden. Çünkü o ara yoğun bir şekilde fotosentez yapıyordum. Arkadaşlarım yamulmuyorsam altıncı sınıfta birbirlerine sarılıp Rafet El Roman eşliğinde ağlarlardı. Ben anlayamazdım olayı. Şimdi üç yaşındaki bebe benim 12 yaşındaki halimden daha çok şey biliyor. Zaten zamane çocukları full beyin çıkacakmış da sonradan bir kalıba oturtmuşlar gibi. Hep folik asit bunlar.


Aşk nedir, ne değildir, yenilir mi, içilir mi, insanlar neden ağlıyor, fok balıkları da bu yüzden mi yalnız tarzında bir tık daha geliştirdim lise zamanı görüşlerimi. O zamanların takma adıyla Dobby vardı. Tabii doğarken bütün şans Onur'a gittiği için çocuk arkadaşımdan hoşlandı, aşık oldu, süründü. Neredeyse Şarapçı Rıfkı oluyordu ki atlattı kız krizini. Ben de kanka olduğumla kaldım. Kanka olunmaz, kanka olmak zorunda bırakılır. Bu da benden olsun.


Bay Z var bir de. Lord parçası. Hayranlık seviyemi hala normal standarta çekemediğim. Ben ki insanları çılgın atarak eleştiren Merve yaklaşık 1.92lik adamda kusur bulamamam çok enteresandı. Hani yüzölçümü de müsaitti ama naparsın. Şaka bir yana aşık olunca insanlar saçmalarmış olayını aslen yaşamıştım o vakitler. Bi insan size laf soktuğunda sırıtmazdınız çünkü. O sırıtışı bir yumrukla gömer bir daha gülemeyecek hale getirirdiniz. Sırf o an seninle konuşuyor olması bile bi lütuf falandı. -bakış açımda problem var benim. küçükken üç kere atıp iki kere tuttuklarında ısrarcıyım.- Z olayı benim için "odunlar da sever" adlı bir filmdi adeta. Yeterli ilgiyi görmeyince gösterimden kaldırdık tabii.


Aşk yüce bir duygu derler. Katılıyorum. İnsana insan olduğunu, bir başkası ile bir olmasını öğretir, psikopatlaştırır, paranoyaklaştırır, hayvanlaştırır. Pek olumlu etkisi yok, laf dalaşı yapılan her round sonrası o kısa molalarda salgılanan endorfinden azıcık mutlu oluyorsunuz o kadar. Ama aşık olup, hanımabla ya da beyabi üzerinden yapılan edebiyatla nice köşeler dönüldü ona bir şey diyemiyorum.




Şaka bir yana aşık olunca insanın içinde bütün organlar halaya duruyor. Doğuş'un Uyan klibindeki gibi bile dans edebilecek duruma geliyorsunuz. Normalde burnunuzdan baloncuk çıkana kadar ağlayabileceğiniz bi olaya bile "Amaaaaaaan" diyebiliyorsunuz. Siz bu aşamadan sonra artık bir Herkül, bir Zeynasınız. -lilililili- Gözleriniz Cam-Sil ile silinmiş gibi parlar, beyniniz adeta kermes düzenler, sürekli eller havaya moddasınızdır. Ama uzun sürmeyecektir. Cefasız sefa olmaz diyerek süründürüleceksinizdir lakin haberiniz yoktur.


 Ama her kalp kıpırtısını aşk sananlara da ayrı bir ayarım. Canım iki kalbi olan Doctor bile sen kadar azimli değil ya. Ahtapotun üç tane ama senin yaptığını yapmıyor hacııı. Git utan gel!


Bir de ben hiç görünce eli ayağı voltajlı gibi titreyen, avuç içi terleyen, kekeleyen bir tip olmadım. Zamanında yaptığım fotosentezlerin faydası bence. Heyecanlanırım ama. Her heyecanım kalp krizi geçirtecek düzeyde olduğundan bir gün kıçı kırık bir adam bokuna hıkık diyip son nefesimi vermem işten bile değil.


Aşkım uğruna ölürüm kafasına da hayranım. Ulen manyak, seviyorsun tamam, gözün hiçbir şey görmüyor tamam, onsuz hayat cehennem çiçekler uçmuyor, kuzular melemiyor, güneş yeni gelin gibi nazlanıp doğmuyor, hava yalnızlığını yüzüne vururcasına soğuk -ısı derecesinin azlığı ile acı çekene de ayrı saygım var. yazın kendinizi beklemeye mi alıyorsunuz?- hepsine okey de ölmek ne demek canparem? İki bencil ol la. O senin için ölüyor mu? Yeoo. Sen neden böyle bir aksiyon peşindesin? Böyle hastayım bileği yan kesiyorlar ya. Dik keseceksin len, ne adabıyla sevmeyi biliyorsun, ne ölmeyi. Gel fotosentez yapalım olmadı. Hayat bize yeşil falan.




Bir de aşkım senden nefret ediyorum ama ne olur beni terketme grubu var. Bunlar küçükken ağızdan serum tüketiminde bulunmuş ben için bile ayrı kafa. Yüzeyselliğin dibine vurursak eğer yalnız kalma korkusu gibime geliyor metinden çıkarılacak sonuç. Gel teselliyi bende bul, yeter ki manyak laflar etme.




Aşık olan bir insanla akıl hastalığı olan birinin beyni aynı yapıda imiş yamulmuyorsam. Yani cümlede anlam çerçevesinde bakarsak "hacı olacağın şey belli, malzemeyi(bu beyin oluyor) çizdirmeden gel bu sevdadan vazgeç" gibi bir şey çıkıyor ortaya. Ben yaptırdım çok güzel oluyor diyen varsa çevrenizde gidin olun.




Bir de ortada aşk olsa bile kızımız ile oğlumuz her zaman çaya çıkamıyorlar. Bu hayatın donunu indirip poposunu sallama şekli işte. Bu durumda paniğe kapılmıyorsunuz, sakince Manisa Akıl Hastanesi'ni arayıp randevu alıyorsunuz, gömlekçi amcalar gelip sizi sevgiyle (!) sarıp sarmalıyor, sonsuz mutluluğa kucak açıyorsunuz.




Şaka bir yana aşk güzel şey. Gidin yaşayın. Kendinize mukayyet olun ama. Sonradan pişman olacağınız şeyler yapmayın. Anı yaşarken sorumluluklarınızı da düşünün. En değerli şeyinizin yine kendiniz olduğunuzu unutmayın. Fedakarlık prensiplerin ciğerini sökmek değildir bunu da yazın bir yere. Onsuz yapamayacağınız tek şey kendinizsiniz. Başka birine duyduğunuz şey ihtiyaç değil istek, bunun da ayrımına varın.


Ya da her ne istiyorsanız onu yapın. Hayat sizin, seçimler sizin, her şey sizin.




İLK DEFA SONUCA BAĞLADIM! çk svnçlym çk .s.s
Ben gayet duygusal bir yazı olacak sanıyordum ki ortaya bu çıktı.
Ben de şaşırdım.




Güneş doğarken ardından tepelerin, anası olam bütün teletabilerin.
içimdekileri bir fincan kurşunsuz 95 benzinle temizleyeceğime yine buralara kustum.


Saygılar ve sevgiler müessesemizden.
E. M. Hopewell

25 Kasım 2013 Pazartesi

Sadece arkadaşız. / Dikkat , yanıltıcı başlık.

Selam olsun. 
Bu gün -teknik olarak akşam ya da cümle estetiği düşünülürse gece- arkadaşlık/dostluk tanımı üzerine bir şeyler karalayasım var. 
Imm arkadaş zamanında yamulmuyorsam askerlerin savaşta arkalarını yasladığı taştan geliyor. arka-taş. Bu yazdıklarımı okuyan olsa sırtını taşa yaslamanın herhangi bir insana yaslamaktan daha rasyonel bir seçim olduğunu söylerdi eminim. Eh , tecrübe edilenler ve duyumsadıklarımıza şöyle bir göz atarsak bu konuda ürkek oluşumuz pek de mantıksız bir hareket gibi durmuyor. 

Arkadaşlık sanırım en çok küçükken güzeldi. Onun bir yeri kanasa sizinmişçesine ağlardınız. (Ne ara bu kadar kuul olduk diyesim geldi , sosyal medya bilinçaltıma, üstüme, her yerine siniyor) Kıskanç bir bünye değilseniz onun başarıları sizin gurur kaynağınız , üzüntüleri bir bakıma sizin karanlığınızdı. (Küçük bir çocuk tasviri için hayli ağır bir kelime ama ne koysak bilemedim , malzemesi eksik pasta gibi oldu cümle) 

Saflığının eriştiği noktaya kadardı belki de gerçek arkadaşlık kimine göre. Şeytanlaşmaya ya da terimi yumuşatmak gerekirse gözleri açılmaya başladığında oyuna çıkarlar dahil oldu. İnsanın kendi çıkarlarını düşünmesi belki de içgüdüseldir. Araştırmak gerek. Öyle olsa bile kötü duygular kötü insan olmayı tetikler. Engellemezseniz tabii. Kötü insanlarınsa arkadaşlar üzerindeki etkisine bırakalım aileler cevap versin demek isterdim fakat kıyamete kadar sürecek olan bir konferansa katılmaya kimler gönüllü olurdu bilemiyorum :) 

İnsanın doğası gereği kötü olduğunu düşünmüyorum. Öyle yaratılmış olamayız. Ne diyorduk ; çıkar. Her çıkarını düşünen insan kötü müdür? Elbette değildir. Seçimler.. En kolay olan en yasak olan sanki. Ya da yanlış mı demeliydim? Sorumluluk almayı bilmiyoruz , belki de bu var temeldeki eksik taşların içinde. Evet , arkadaşlık da bir tür sorumluluktur. Çoğuna göre kendini bilmediği çağlarda almayı istediği bir yük olan bi sorumluluk (Çok fazla siz-biz ayrımı yaptım. Muhalif ruhuma tükürüyorum) 

İnsan sosyal bir hayvandır denmişti. Sokrat mı demişti? Doğru. (Hak da verirmişim. Aman da aman. İbretlik onayım için kendime salatalık fırlatıyorum) Bak kendimi eleştireyim derken konunun ucu kaçtı. Bağlayacağım eşeğimi bu gece bu kazığa. Ha gayret Merve. Geliyor , geliyoor. Geldi.. Arkadaş olmadan her daim eksiğizdir. Tabi eksik olmayalım diye arkadaşları kişisel işkence aracı olarak da görmemek lazım. Burda da devreye bir tutam sempati , bolca empati giriyor. Empatinin geliştirilebilir bir şey olduğunu düşünüyorum. Fakat bunun için insan önce kendini yenmeli. Tabii bu da tek başına çok önemli değil , daha doğrusu yeterli değil. 

Kendini yen.
Karşı tarafı düşün.
Duvarlarını seni koruyacak ama başkalarını incitmeyecek seviyeye indir.

İşte bu kadar. Sanırım çok zor değil. Aslında olay kolay ya da zor olması falan da değil. Irk gereği "istesek yaparız"lar geliyor aklıma. Yine seçimler tabii.. 

Lisede bir hocamız arkadaş ve yakın arkadaş kavramlarını tanımlamamızı istemişti. Ortaya atılan fikirleri çok fazla anımsayamıyorum ama hocanın dedikleri hala aklımda. Arkadaşlığı bile çok uçlarda yaşıyorsunuz demişti. (Hayır , ergeniz , ne bekliyorsun diyemedik çünkü o yaşlarda kimse ergen olduğunu kabul etme eğiliminde olmaz. He he anam yetişkinsin sen. Anuu kocaman olmuş. Yazar burada kafasını çocuk sever gibi ayrıca titretiyor. Mizah kesinlikle bir parçam. Bi Cem Yılmaz değilim ama.. Tabi cıvık olabilitem de var. Suyumu fazla koymuşlar eheue :( Neyse) 

Arkadaş denince akla (Eti esprisi evet güldüm bitti) merhabalaştığın , iz miktarda da olsa paylaşımda bulunduğun , genelde yanında kendinden bir parçayı ortaya koyduğun (bu benim gibi gevezeler için geçerli olmayabilir) , normal sen'e göre kıyasla daha kibar olduğun biridir gibi. Yalnız çok mu basit gördüm? Ama öyle. Tabi ben Duman'ın şarkısı gibi "Yürekten" sevdiğim içün pek basit ilişkiler değil arkadaşlıklar. (Kendini ifade edemedi , arkadaşları bu yazıyı görse.. Görmese daha iyi)

Yakın arkadaş kavramına bir pati atarsak. Onun derdi , seni de ilgilendirir diyebiliriz. Olması gereken budur , nokta. Sen olursun ona karşı tamamen. En şebek hallerin , en saçma düşüncelerinle.. Yakın arkadaş yargılamaz , yadırgamaz. Eleştirir belki. Eleştiriyorsa şanslısın. Aksi taktirde seni çok da önemsemediğini söyleyebiliriz. Olanca empatini ona harcarsın mesela. Kızsan da saman alevi gibidir. Sevgi ve öfke dengesinde her zaman sevgi ağır basar. Küçükken güzeldi arkadaşlıklar demiştim yukarıda. O kadar saf olmasa da onun gibidir işte. Ama tabi her şey bu kadar mutlu değil. Yakın arkadaş olayının en ince noktası güven sorunu sanırım. Bel bağlayamazsın , sırtını yaslayamazsın. "Bir tek o olsun bana bir şey olmaz" diyemezsin. Belki de böyle olmalı. Sosyal hayatımızın dayanağı tek onlar değil çünkü. Belki demirbaşlar ama merkez olmak farklıdır. 

Dost var bir de. Kelimeyi yazarken bile burnunuzun direğini sızlatan (benim kadar duygusal bir bünye değilseniz vücudunuz kelimeye reaksiyon göstermeyecektir , lütfen ürkmeyiniz,devam, go go go!) , yüzünüzde manidar bir gülümseme oluşturan insanlar. Genel olarak sıkça görülmeyip insan ömrü boyunca 1 ila 2 arasında seyreder. Yaş ilerledikçe onların da kaybolduğunu görebilirsiniz.Sıkıntı yok , dost da olsa sizinle beraber kefene girmiyor. (Ukala iç sesim "girseydi bir de oha Merve" derken kuul iç sesim "Ağzı olan konuşuyor patron , gazla" diyor. Ağzını yerim senin) 

Yine gevezeyim. Ne diyorduk ; dost. Bir nevi kardeşinizdir. Eğer ki tek çocuksanız sanırım güzel bir avuntu olabilir. "Keşke kardeş olsaydık la" kalıbı illa ki geçer. Geleceğe dair hayallerinizin sağ köşesi ona aittir. Sol köşesi de eşiniz ya da kedilerinize. Medeni durumunuza göre fark eder. Ailenizse tam ortada. Ailesi olmayanlar içinse hayallerinin sağ ve sol tarafını kendine kanat yapmasını hayal dünyasında onlarla süzülmesini tavsiye edebilirim. Belki de ilerde bu tavsiyeden kendim bile yararlanırım , kim bilir..

 En sakin insan bile dostu konusunda kaplan kesilecek potansiyele sahiptir bence. Tabi sevgiyle de orantılı bir durum :) Ona yapılan size yapılmış gibidir. Onun canı acısa sizin de acırdır. -eveykını anıyoruz- Sevinçli anlarda durum tabi daha gürültülü olabilir , pozitif anlamda. Dost gülüşlerinizin altındaki farkı bile sezebilir veyahut mesajınızdan bile bir şeyler olduğunu anlayabilir. İyi gözlemci olmakla alakalı bu dese de iç sesim bence değil. Yani tamam , kabul , belki bir parça. O üzgünken mutlu olmayı kendine yediremezsin. Çok bilirim "Ben kötü olayım o iyi olsun" ya da "Keşke paylaşabilsem" dediğimi. Eğer ki onun sıkıntısını çözüp yüzünü güldürebildiysen içinde kocaman bir mutluluk balonu patlar. Sevgi ölçülemez ya hani ne hareketlerle ne de sözcüklerle. Ölçülse de gösterip bir de öyle mutlu edebilseydik. Daha belki yazsam şöyle olur , böyle olur diye belki de susmam. Ama tabii benim yazdıklarım tamamen benim bakış açım. Bana göre doğru olan. Ben böyle yaptığım için bana böyle doğru gelen. Evrensel doğrular değil neticede. Hoş onlar bile dikkate alınmazken ben kimim ki? (İsmet İnönü capslerinden etkilendiğim doğrudur) 

Aferin bana. Yine annesi pasta yaparken "ben de yapıcam" diyerek işe girişen fakat eline yüzüne bulaştıran 5 yaşındaki çocuk gibiyim. Şu kafamdakileri yansıtamama olayına yine sıkıldım bak. Her neyse. Yazmak güzeldi. Bu arada kendimi küçük görmelerim , en güzel fotoğrafını koyup "ay çok çirkin çıkmışıııııım" diyen insanlarla karıştırılmasın reca ediciğim. Bu hallerimden ötürü beni kum torbası yapmak isteyen arkadaşlarıma da burdan selam ederim. Yazmak insanı rahatlatır diyen bey amca ya da hanım ablaya da burdan elimi bağrıma gömerek reverans yapar usulca def olurum. 

Biliyorum reverans öyle olmuyor iç ses. 
Dönem romanı aşığıyım unuttun mu? 
Ses yok.
Uyudun sanırım. İyi geceler.
 
Yine aydınlatmak ya da aydınlanmak istediğim bir konuda bir sonuca varamamaktan ötürü kıvanç duyuyorum. Bu da bir yetenek. Herkes başaramaz. Ve hayır kibirli biri sayılmam. 

Yine kafamdaki düşünceleri kağıda dökemedim ama çocuklar gibi şenim tabi. Buruk bi şenlik tabi. Mutluluk da buraya kadarmış. Komplekslerime sarılıp ısınmayı deneyeyim bir. 


Velhasıl-ı kelam. 
Çok konuştuk kendimizle.
Vakit veda vaktidir. 
Uğurlar olsun Gondor'un süvarileri der giderim. 
Bay.